12 Mart 2015 Perşembe

Osmanlıca ile Tanışma Hikayem / Nihat Özyılmaz

“ve mâ tevfîkî illâ billâh”
İlginç bir hikâye değil benimki.
Türk Dili ve Edebiyatı okuyan her öğrencinin başına gelenle aynı, ancak sonradan oldu ne olduysa.
Üniversite hocalarımın yönlendirmelerini dikkate aldığımı açıkça belirtmeliyim.
Osmanlıca hocamın payını unutamam. Bir derste, özellikle İmam-Hatip Lisesi kökenli olanların belki Osmanlıca’yı daha rahat öğrenebileceklerini ancak eski yazma alışkanlıkları yüzünden harfleri Türk usulü yazmayı pek beceremeyeceklerini, yeni öğrenenlerin daha düzgün yazıp okuyabileceklerini söylemişti. Benim arkadaşlarımdan önemli bir kısmı da nihayetinde İmam-Hatip çıkışlıydı.
Bir inat başladım çalışmaya. Memlekete gittiğimde ilk yaptığım evdeki elifbayı bulmaktı. Sonrası daha meşakkatliydi. İki tane kitap aldım; Muharrem Ergin ve Faruk Kadri Timurtaş’ın kitapları. Verilen ödevlerle cebelleştim, okuyabileceğim yeni metinler bulmaya çalıştım. Kütüphanenin müdavimi oldum bu arada. Allah mezarını nurdan bir bahçe kılsın, Şemsettin Sami, Kamus-ı Türkî’yi hazırlamasıydı, bende, Osmanlıca diye bir kazanım olmayacaktı diye düşünürüm yıllardır. Hiç unutmam bir keresinde “sefih” kelimesini okumak için, hem de matbu, yaklaşık iki saat uğraşmıştım da Şemsettin Sami bana el uzatmıştı.
Tabii bu arada yaptığım bir yanlışı da itiraf etmeliyim ki o da M. Nihat Özön’ün sözlüğünü almaktı. Hiçbir işime de yaramadı. Nasıl yarasın ki Arap harfleriyle yazılışı göstermeyen bir sözlük?
Belki Osmanlıca’nın cazibesinden çok Eski Türk Lehçeleri dersi beni Osmanlıca’ya itti. Zira Eski Anadolu Türkçesinin dili bana öyle muhteşem gelmişti ki sırf o metinleri okuyup anlayabilmek için bile eski yazı öğrenilmeliydi bence.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi, Osmanlıca derslerinde hiç zorlanmadığım gibi eski yazının kullanıldığı dönemlerle ilgili hiçbir derste de zorlanmadım.
Arkadaşlarım, benim Osmanlıca bilgime de her zaman güvendiler sağ olsunlar.
Sonrası bir kopuş, dünyâ-yı dûnun istîlâsı, yurt dışından ülkene bakış, geriye döndükten sonra nereden başlamak gerektiğinin özsorgusu…
Ve tanışma, yeniden; terekeyi eline tutuştursunlar…
Ha, unutmadan, bir de Fuzulî’ye olan sevgim… Onu anlamak isteyince de biraz Osmanlıcayı sevdim.
Bilmediğine tecessüs, bildiğine tevekkül ve âlim ü allameye verilen gönül…

Teşekkür ederim Zafer Şık hocam...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.